Salı, Ağustos 09, 2011

Barış melekleri: Angelina ve Davutoğlu


Ve barış meleği Angelina bizim topraklara geldi. Sansasyon oldu: New York'tan Tokyo'ya Lüksemburg'tan Kongo'ya bütün dünyanın dikkati bir anda Antakya'ya çevrildi. Mülteci krizine, Suriye`den kaçan insanların dramına çevrildi gözler. Ama Angelina'nın gelişi ile ilgili pek kritik yazılar yazılmadı. Vatan Gazetesi'nden Müge İplikçi bu konuyu ele aldı, bir de Yenişafak'tan Fatma Barbarasoğlu.
Bağlantı
İki yazıda da kritik bir gözlük takarak aynı şeyi dile getirdiler. Angelina'nın gelişi bir "Amerikan" pazarlama stratejisiyidi, mevcut durumu kendi kurguladığı çerçevenin içinde paketleyen bir pazarlamataktigi. Ve tabi ki hiçbir yazı Türkiye'nin bu paketleme stratejisindeki rolünden ve katkısından bahsetmedi...

Bu paketleme hamlesinden daha önemli olan ve kimsenin dile getirmediği önemli bir noktada daha vardı elbet. O da, Türkiye'nin genel olarak mülteci krizinin büyümesindeki heveskarlığı ve davetkarlığı... Türkiye kendi sınırında mülteci krizi büyüdükçe, bölgedeki cömert-hayırsever delikanlı imajını büyütmek için elinden geleni yaptı, ve dramayı arttırabildiği kadar arttırdı... (Mesela bakiniz Hukumet kanadindan bir kurumun TOKI reklami gibi alli-balli haberine) Çünkü ortaya çıkan mülteci krizi mevcut hükümetin elini güçlendiriyordu, Suriye krizinde, Türkiye'yi sorunun bir numaralı muhatabı, sorunun bilfiil mağduru yapıyordu, en azından Türkiye`ye bu mağdur elbisesini muntazam bir şekilde giydiriyordu. Angelina'nın gelişi, Türkiye'nin hevesle soyunduğu bu gösteriye etkili bir "mercek" görevi gördü, Angelina`nın gelişi DIşişleri Bakanlığının bir hayli yüzünü güldürdü.

Bu imaj yönetiminde, Türkiye'nin de artık gösterinin bir parçası olduğunu kimse görmedi, söylemedi, durumu görüp de biraz olanlar, bir garabet hissetenler ise gömleği yanlış adres Amerika'ya giydirdi.

Hiçkimse Clinton ile Davutoğlu arasındaki tüm görüşmelerde sürekli altı çizilen, anahtar kelime olarak defalarca dile getirilen stratejik "model ortaklık"tan bahsetmedi (bkz. en son 16 Temmuz 2011), bu ne demek demedi, nasıl oluyor, nasıl uygulanıyor diye düşünmedi...

Türkiye`nin son yıllarda İran-Suriye ittifakı ekseninde dans ediyordu ve bu dans artık sona erdi. Amerika'ya karşı verilen gözdağı tuttu, model ortaklık çerçevesinde Türkiye artık çok daha büyük dansların hülyasına kavuştu. Müslüman dünyayla kurulan dayanışma (son iki yılda sürekli dile getirilen İran ve Suriyeyle sorunsuz komşuluk ilişkileri) bir anda kendini yeni bir söyleme gark etmeye başladı. Ezilen Sünni Çoğunluğun haklari ve bu hakların gerçekhamisi olan büyük Abi Türkiye! Yeri geldiğıi zaman Müslüman, yeri geldiği zaman Sünni olmayı seçen bir söylemle, dış politikadaki kaygan zeminde kıvrak kalça hareketleri ile saf değiştiren Türkiye Dış politikası, mülteci krizinden elde ettiği meyvelerini toplamak için bugün Şam'daydı. Ne de olsa sınırlarımıza yığılan mülteciler artık bizim iç meselemizdi...

Ve Angelina'nın Antakya ziyaretinin bir ay sonrasında Davutoğlu'nun barış elçisi vazifesiyle ikame ettiği ziyaret esasen iade-i ziyaret hüviyetindeydi . Amerika`ya iade edilen...

Hal Böyleyken, mezhep farklılıklarının sınırlarını kalın kalın çizmeye başlayan, Suriye'deki hükümeti mezhep gerekçelerinden ötürü daha dün Müslüman kardeşiyken bir anda "Şia tehditi" olan bir çerçeveye mahkum eden yazılar arttı. (Bknz. Bülent Kenes: Suriye'de yaşanan katliamlarda İran'ın rolü/Semih İdiz: İran konusunda Gözler açılıyor) Nuray Mert'in bugünki yazısı durumu çok güzel özetliyor.

Velhasıl, Suudi Arabistan'a sıra ne zaman gelecek merakla bekliyoruz. Bakalım o zaman dış politika hangi göbek danslarını atmaya başlayacak. Sünni söylemin alternatifi, Mevlanacı söylem mi olacak acaba, Vahhabi İslam'ini yerden yere vuran, bu kez tasavvuftan dem vuran....

Siyaset adamları hangi taklaları atarlarsa atsınlar, ister önce kardeşlikten, sonra müslümanın dik duruşundan, daha sonra Şii tehditinden dem vursunlar, biz bir amcamıza, derviş yürekli bir şeyhimize sorduk. "Ya 'ammi bu Suriye'de dökülen kanlar, bu öldürülen insanlara yapılanlar günah mıdır değil midir". "Ye-bni, oğlum" dedi, "iy-wallah günahtır, hem de çok günahtır."
Kanın durmasını istiyor ve, yurekten temenni ediyoruz. Ama görünen o ki, kan dursun diyen aktörler, çok başka hesapların peşinde koşuyorlar, ve ellerindeki tuttukları barış oklarını baska canlar yakmak icin doğrultuyorlar ...

Comments: Yorum Gönder



<< Home